17 August...
Bu bir anma yazısıdır... Oniki yıl önce bugün, bu yazının yazıldığı saatlerde maruz kaldığımız felakete kurban verdiğimiz yurttaşlarımızı anma yazısı... Bundan sonrasını yazabilmek için uzun süre makineyle bakışmak zorunda kaldım, çünkü söylenebilecek çok az şey var; benim söyleyebildiğim ise tek şey, ışıklar içinde kalın... Bir doğa olayının, doğal bir olayın nasıl böyle büyük bir felaket'e dönüştüğünü anlayabilmemiz, anlamlandırabilmemiz çok zor... İnsan denilen canlının doğayla bir bütün olarak yaşamak yerine, doğaya hükmetme, onu feth etme inadının, kãr ve iktidar hırsının sonucu... yer sarsıldı ama bu sefer başımıza yıkıldı... Belki de yaşadığımız bu dünyanın tarihinde bir çok kez olduğu gibi... Kıtalar yer değiştiriyor ve biz bunun bizim için bir sonucu olmadığı varsayımıyla yaşamayı tercih ediyoruz... Sahi, var olan gerçekliği reddederek kendi gerçekliğinde yaşayan bireyler için psikiyatristler ne tanı koyuyordu? Haklısınız bu toplumun bütünü tarafından paylaşılınca tanı olmaktan çıkıyor ve genel kabul oluyor değil mi? Ben bunu hep unutuyorum... Bu kadar büyük bir felaketin sosyolojik, ekonomik, politik, psikolojik ve başka bir çok başlıkta karşılıkları olacaktır. En azından olması gerekir... Yaşadığımız her 'sallantı' sonrası tv'leri izlediğimizde hissetiğim sadece kocaman bir hayalkırıklığı. Öğrenmek ve bu öğrenmenin gereklerini yerine getirmek yerine gördüğüm idare-i maslahatcılık başka bir duyguya yer bırakmıyor maalesef... On yedi ağostos bindokuzyüzdoksandokuz sabaha karşı yaşadıklarımız hepimizin kişisel öyküleri... O kadar emindim ki yaşadığımız depremin merkez üssünün Kadıköy'de benim bulunduğum evin tam altı olduğundan, dışarı çıkıp yıkım görmediğimde çok sevindim... Ucuz atlatmıştık, emindim bundan... Sahi dünya benim etrafımda dönmüyordu değil mi? Sabaha karşı bunu fark etmek, üstüne üstlük felaketin merkezinde değil uzak bir kıyısında olduğumuzu yarım yamalak anladığımda yaşadığım dehşeti şimdi bile hatırlıyorum... Felaket öyle bir yerde olmuştu ki, ekonominin merkez üssü ve tüm ülkeden göç alan bir bölge... Yani olan herşey tüm ülkede herkese dokundu. Sonrası... çok daha zordu, durumdan vazife çıkaran eli sopalı kendini bilmezleri aşıp alana ulaşmak, ilk yardım, kaos, ter, korku, üzüntü ve dayanışma illa ki dayanışma... Bir süre sonra meslek örgütümüz Türk Psikologlar Derneği ve gönüllüleri geldi. O gün başlayan dostluklar bugün ilk gününden çok daha değerli... Bin kişiden fazla insan geldi, gitti emeğini verdi dayanışmaya... kimimiz bir hafta, kimimiz aylarca, kimimiz yıllarca alanda görev yaptı, malumunuz bizim meslek geldim-gördüm-döndüm mantığıyla işlemiyor... Yapabildiklerimiz, yapmamız gerekenden çok azdı, gücümüz yettiğince emeğimizi ortaya koyduk... Sonrasında sel oldu Hatay'a; deprem oldu Düzce'ye, Afyon'a, bomba patladı, Taksim'e; uçak kırıldı, havalimanına, Diyarbakır'a, Hollanda'ya gittik... Tüm bunlardan sonra elde kalan, böyle bir durumda alanda olması mutlak elzem olan bir grubun psikologlar olduğu... Ama kesinlikle olan ve olası sonuçlar için bilgilerine, deneyimlerine başvurmak için değil... Bunları daha iyi bilenler var çünkü... Bugün oniki yıl sonra... Derler ki, bir kaybınız olduğunda yüreğinizde kırkbir tane mum yanar ve ertesi gün tek tek sönmeye başlarlar... Ta ki kırkbirinciye kadar... o hep yanar, unutmayasınız diye... Bugün unutmamak ve unutturmamak hepimizin görevi... 'Duyarsızlaşmak' olayın duygusal etkilerinden kurtulup akılcıl kararlar verebilmek için gereklidir, unutmak için değil... Bugün oniki yıl sonra, o büyük felakette kaybettiğimiz tüm yurttaşlarımızın anısı önünde saygıyla... Işıklar içinde kalın...